Bilindiği gibi insanlık tarihinde, 19. yüzyıl sosyal biliminin anahtar kelimesi ‘sınıf’, 20. yüzyılınki ise ‘ulus’ ve buna bağlı olarak ‘milliyetçilik’ olmuştur. Şimdiden söylemek gerekir ki, 21. yüzyılın anahtar kelimesi ise ‘medeniyet’ olacaktır. Son yıllarda dünyada ‘medeniyet’ olgusunu daha çok tartıştığımız da ortadadır.
İnsanları kişilikler, toplumları kültürler, medeniyetleri ise ürettikleri değerler birbirinden ayırır. Bu anlamda kişilik insanı, kültür toplumu, medeniyet ise milletleri temsil eder. Bir insanı diğer insanlardan farklı kılan şey kişilik; bir toplumu diğer toplumlardan ayrı kılan şey kültür; bir milleti diğer milletlerden farklı kılan şey ise medeniyettir.
Hiçbir medeniyet, birden kendi kendine steril bir ortamda doğmaz. Bütün medeniyetler bir yaşanmışlığın, yaşanan bir hayat hikayesinin ve var olan bir gerçekliğin içinde doğar.
Bu anlamda her medeniyet insanlığın o güne kadar ortaya konulan ortak birikiminden istifade etmiştir. Bunun yanında güzel, anlamlı ve doğru olan unsurları devralmıştır. Devraldığı bu unsurlardan istifade etmiş, bir kısmını dönüştürmüş veya yeni sentezler oluşturmuştur. Böylece bireyin ve toplumun hayatını bir tarihsel süreklilik içinde inşa etmiş ve zaman içinde bir medeniyete dönüşmüştür.
Bu bağlamda şunu diyebiliriz ki, medeniyet insanlığın en uygun ve kabul gören ortak birikimidir.
Müslümanlar geçmişte, Yunan düşüncesi ve Hint felsefesini incelemiş, kendi düşünceleriyle sentez etmiş ve yeni bir medeniyet inşa etmiştir.
Yine batılılar, haçlı seferleri ve Endülüs üzerinden Müslümanların birikimlerinden istifade etmişler, bu birikimi kendi düşünceleriyle sentezlemişler ve sonuçta yeni bir medeniyet inşa etmişlerdir.
Bu anlamda medeniyet, insanlık birikimini kendine bir veri olarak alır. Selçuklu ve Osmanlılardaki Ahi ve lonca teşkilatları, eyalet sistemi vs kurum ve uygulamalar bu yolla diğer medeniyetler için daha sonraları bir kazanıma dönüştürülmüştür.
Bu yüzdendir ki, bize göre medeniyet insanlığın en sahih birikimidir. İyi ve faydalı olan, kötü ve zararlı olmayan ve insanlar için yaşamsal olduktan sonra ne üretilirse üretilsin, kim tarafından üretilirse üretilsin medeniyete bir katkıdır.
Dolayısıyla medeniyeti, çok sayıda ırmak, çay ve dere tarafından beslenen bir büyük ve kadim nehre benzetebiliriz. Bu nehrin en çok suyu (katkıyı) hangi kaynaktan aldığı yaşanan döneme, iklime, ilgili bölgenin verimliliğine ve diğer yaşamsal şartlara bağlı olarak değişebilir. Nehrin taşıdığı suyun niteliği ise kendini besleyen kaynakların niteliğine bağlıdır.
Son birkaç on yılda Batıda yaşanan krizlere paralel olarak, İslam dünyasında İslam medeniyetinin her şeye rağmen varlığını devam ettirdiği ve gerekli ihya edici şartları sağlaması halinde yeniden yükselişe geçebileceği yolunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır.
Bu tartışmalara bağlı olarak medeniyetin bir tane olmayıp aynı anda birden fazla medeniyetin var olabileceği, bunlardan birinin baskın olmakla birlikte diğerlerinin de alternatif yaşam tarzları şeklinde insanlığın önünde bir imkan olarak devam edeceği yaklaşımı önem kazanmıştır.
Buna paralel olarak batı dünyasında ise halihazırda Dünyada birden fazla medeniyetin mevcut olduğu ve bunlar arasında önümüzdeki zamanlarda çatışmanın kaçınılmaz olacağı şeklinde görüşler ortaya atılmıştır. Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi bunlardan biridir.
Diğer taraftan II. Dünya savaşından ve birçok bölgede yaşanan kriz, savaş, küresel ısınma, açlık vs sorunlar yüzünden batı medeniyetinin sarsılan saygınlığı “Tarihin Sonu” teorileriyle yeniden sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır.
Son yıllarda Türkiye’nin özellikle içerde demokratikleşme ve ekonomik refahla birlikte, dışarıda da daha aktif yeni bir dış politika ve diplomasi ile atağa kalkmasını analiz edenler, bu süreci “Yeni Osmanlıcılık” ya da “Neo Osmanlıcılık” kavramları ile açıklamaya çalıştılar.
Biz buna Türkiye’nin medeniyet kavramına yeni bir anlam yüklemesi ve medeniyetler arasında yüksek düzeyli iletişim anlamında piyasa dili ile söylemek gerekirse bir alışveriş desek belki daha doğrusunu söylemiş oluruz. Hatta bu tezimizi son yılların bir anlamıyla dış politikada Sayın Erdoğan’ın ve onun diplomasi ekibinin başında olan mimarı Ahmet Davutoğlu’nun bir alıntısıyla daha da açıklayıcı hale getirelim. Davutoğlu’na göre; “Eğer önümüzdeki dönemde bir medeniyet açılımı söz konusu olacaksa, bu kesinlikle, kadimi kuşatan, tarihi ve coğrafi derinliğe sahip medeniyetler tarafından gerçekleştirilecektir. Böyle bir açılımın ‘kadim’ ve ‘derinlik’ kavramlarını içermeyen Batı tarafından gerçekleştirmesi çok zordur
Sonuç olarak şunu söylemekte yarar var; Bütün bu tartışmalar aslında medeniyet hakkında farklı tanımlamalar yapılmasından kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Medeniyeti; Cemil Meriç gibi “insanın insan karşısındaki efendiliği” olarak anlayıp özetlemek mümkündür. Bu anlamda insanoğlunun kadim iyilik, doğruluk, güzellik, erdem, onur, adalet, özgürlük ve ahlak arayışı dünya var oldukça yaşanmışlığı ile birlikte devam edecektir.