Dr. Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü başkanı Bircan Kırlangıç Şimşek ile Röportaj :AŞKA DAİR
 Sevgili okurlar ‘’AŞK’’ yıllardır merak edilen tanımı bir türlü yapılamayan ama yaşayınca hayata coşku veren, bir yandan canı en çok acıtan bir duygu.
              
Kişiye göre göreceli bir kavram, zaman zaman köşemde hem bilimsel yönüyle  hem de kişilerle görüşerek duygu boyutuyla bazen de yaşanmış hikayelerle AŞKA DAİR konulardan bahsedeceğiz.
             

 
‘’AŞK’’ ın önce bilimsel olarak tanımını yapabilmek üzere; birçok kadının herkesin mütevaziliği ve işindeki başarısı ile örnek alması gereken Dr. Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü başkanı, Ankara Psikodrama Derneğinin kurucu başkanı olanhalen başkan yardımcılığı görevini yürütenBircan Kırlangıç Şimşek ile hepimizin merak ettiği ‘’Aşka Dair’’ konuştuk.
             
Kısaca kendinizi tanıtırmısınız
 
    İdealist bir öğretmenin ikinci çocuğu olarak (Ağrı) Tutak’ın bir dağ köyünde doğdum. Evli, bir çocuk annesiyim. İlkokulu Malatya, ortaokul ve liseyi Adana’da tamamladıktan sonra 1984 yılında A.Ü.  D.T.C.F. Psikoloji A.B.D.da lisans eğitimimi tamamladım. Çalışma yaşamıma Ankara’da özel bir kreşte yöneticilik yaparak başladım.  Bir yıl sonra SHÇEK’e bağlı Adana Çocuk Yuvasına atandım. 
  

Üç yıl Psikolog
 olarak çalıştıktan sonra Ankara’ya döndüm. Bu kez,  T.B.M.M. Kreşinde Psikolog olarak çalışmaya başladım. 2005 yılında emekli oldum.
   
     

    Bir süre Ankara’da Bircan Abla Anaokulu’nu çalıştırıp, çalıştım.

    Üniversiteyi bitirdikten sonra mesleki eğitimimi çalışma yaşamımla paralel sürdürdüm. Pek çok psikoterapi eğitimi aldım. Bunlardan psikodrama eğitimim süreklilik kazandı ve Türkiye’de (Bilindiği kadarıyla dünyada da) ilk kez çalışılan ‘Psikodramada şiirin kullanılması’ konulu tezim ile psikodrama terapisti oldum. Psikodramada şiirin kullanımını ‘Canlı Şiir’ adlı bir teknikle genişlettim. ‘Besleyen Gölge’ , ‘Aynanın Tanıklığı’, ‘Ötekinde Ben’ temalı psikodrama tekniklerini geliştirdim.  
   
   1999 yılından bu yana
 Ankara Koordinatörlüğünü sürdürdüğüm FEPTO (Federation of European Psychodrama Training Organisation) üyesi olan Dr. Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsüne 2008’de başkan seçildim. 2011’de yapılan seçimle tekrar başkanlığa getirildim. Halen bu görevimle beraber Enstitünün eğitimcisi olarak çalışmaktayım.
  Üç dönem Türk Psikologlar Derneği, bir dönem Türkiye Grup Psikoterapileri Derneğinin yönetim kurulunda bulundum.
İş hayatınız sürerken bir yandan bir çok kitap yazmışsınız
 
    İlk kitabım ‘Selvinin Dalları’ 2004 yılında Galata yayınlarından, ikinci kitabım ‘Kapı’ 2007’de, Elips kitaptan, Üçüncü kitabım ‘Üstün Dökmen’le Nehirde’, dördüncü kitabım ‘Cumhuriyetle Büyüyen Kadın: Neriman Samurçay’ 2010’da İzgören Yayınevinden yayınlandı. ‘Yaratıcılık Özgürlüktür’ adlı kitabım ise önümüzdeki günlerde Nobel Yayıncılıktan çıkacaktır.
 
Başka çalışmalarınız varmı ?
 
Bazı gazete / dergilerde ve çeşitli televizyon/radyo programlarında, kongrelerde ‘Çatışma ve Çözümü’, ‘Sorunlarla Başa Çıkmada Sağlıklı Dönüştürme’, ‘ Yaratıcı Sorun Çözme’, ‘Yaratıcılığı Geliştirme Yöntemleri’, ‘Kişisel Gelişim’ gibi pek çok konuda konuşmakta ve yazmaktayım.
         Şu an psikoterapistlik ve yazma işini birlikte sürdürüyorum.  Sanat ve Psikoterapinin işlevinin ortak olduğuna inandığım için çalışmalarımı bu yönde geliştirmekteyim.
İnsanların her türlü sorunla başa çıkmasında, yaşam kalitesini artırmasında yaratıcılığın önemine inandığım için özgün görüşleri olanları buluşturmak amacıyla www.yaraticiortak.com adlı siteyi oluşturdum.
 
Hayat Felsefeniz nedir ?
 
Yaşamın bir bütün olarak yaşanması gerektiğine inanmaktayım. Bu nedenle tüm yaşamsal rollerimizi bir arada denge içinde sürdürmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendi yaşamımı da böyle planlamaya çalışıyorum. Birbirine yakın alanlar olsa da aynı anda pek çok konuda ( Enstitü Başkanlığı, eğiticilik, yazarlık, danışmanlık, toplumsal sorumluluk gerektiren işler vs) çalışmakla  beraber, annelik, evlatlık vb. rollerime de önceliklerim arasında yer vermekteyim.
          Her insanın başkalarından bir şey beklemeden önce kendisini iyi tanıması (güçlü ve desteklenmesi gereken yanlarını), özelliklerinin farkında olması ve yaşamının sorumluluğunu üstlenebilmesi gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde hepimizi çok üzen aile içi şiddet başta olmak üzere her türlü şiddetle ve/veya zorluklarla başa çıkmasında bunun ilk koşul olduğuna inanıyorum. Kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenebilmiş bir anne/babanın yetiştireceği çocukların da yeterlilik duygusunun daha fazla gelişeceğine ve şiddet dışı çözüm yollarını daha kolay bulacağını düşünüyorum.
              

           Toplumda böyle modellerin ön plana çıkarılması ve halkla buluşturulması gerektiğini düşünüyorum.
 
Gelelim en merak edilen konu ‘’AŞK’’ a ‘’AŞK’’ nedir hocam ?
 
AŞK: İnsanı pek çok boyutuyla gündelik yaşamın doğal akışının dışına çıkaran bir duygu durumudur. Kimilerine göre insanı insan yapan bir duygulanımken kimilerine göre insana insan üstülük/dışılık yaşatır. Bir çeşit kendimizden geçme hali olarak düşünüldüğü için. Kanımca her iki görüşü birleştirmek uygundur.

           Aşık olan bir insanın fizyolojisi (kalp atışları, hormon salgıları vs) aşık olmadığı zamana göre daha hızlanır, artar. Duyuları alarm halindedir. Bu özellikler tüm insanlarda ortaktır.
 
Ortak olmayan her birimize özgü olan ise aşkı yaşayış biçimimizdir. Her birimizin biricik ve tek olan kişisel özelliklerimiz aşkı nasıl yaşayacağımızı da belirler. Genel olarak kendine güvenli, kendini ve diğerlerini kabullenici, eksiklerini giderilmesi gereken ev ödevleri gibi gören özelliklere sahipsek aşık olduğumuzda aşık olduğumuz kişiye yönelimimiz de bu şekilde olacaktır. Aşkın bize yaşattığı aşkın/kendinden geçme halleri yaratıcılığımızı ortaya koyma, yapıcı ve üretken olma şeklinde günlük yaşantımızı geliştirici etkilemesi yönünde değişim gösterebileceğiz. Yaratıcı sorun çözme becerilerine sahipsek aşık olduğumuz zaman olumsuzluklar yaşasak bile bu süreci de olumlu yönde değiştirebiliriz ya da değiştirebileceğimize inanırız.  Eğer kendimize güvensiz, yetersizlik duygularımız fazla ve bu yetersizlikle nasıl baş edeceğimizi bilmiyorsak aşık olmak bizi daha çok sarsıcı olarak etkileyebilecektir. Aşık olduğumuz kişinin bizi beğenmeyeceği, başkasını tercih edeceğini baştan kabul ederiz. Kendimizi olumlu özelliklerimizi ortaya koyarak kabul ettirmek yerine aşırı kuşkucu bir hal alır, yoğun kıskançlıklar yaşar, saldırganlaşırız. Bazılarımız şiddete kadar giden davranışlar geliştirir.

         Aşık olmak aşık olunandan çok aşık olana ait bir duygu olduğu kanısındayım. Başka bir deyişle aşk büyük ölçüde nesnesinden bağımsızdır.
         
         Bunu nasıl anlıyoruz: aramızda yıllar önce aşık olduğumuz birini 
gördüğünde nasıl olup da o kişiye aşık olduğuna şaşıranlarımız az değildir. Çünkü içinde bulunduğumuz yaş, koşullar ve bunların getirdiği önceliklerimiz, gereksinimlerimiz duygularımızın biçimlenişinde etkilidir. Bu açıdan bakarsak biz birine aşık olmuşsak o kişinin de bize aşık olma zorunluluğu yoktur. O ayrı bir bireydir. Onun gereksinimleri, duyguları bizimkilerle eşgüdüm göstermek zorunda değildir. Oysa biz birine aşık olmuşsak doğal olarak onun da bize aşık olmasını isteriz/bekleriz. Karşılık bulamayınca kırılır, inciniriz. Duygularımızı uygun bir biçimde söylediğimiz halde ve/veya duygularımızı anladıklarında tepeden bakan, alay eden, aşağılar tavırlar sergileyen ya da bizi örseleyen, zor duruma düşüren birisi ise karşımızdaki daha çok yaralanırız. Oysa biz aşkımızı uygun biçim ve içerikte ifade ettiğimiz halde karşılık versin ya da vermesin bize yukarıda söz ettiğimiz şekilde olumsuz davrananların davranışlarının bizimle ilgisi olmadığının farkında olmalıyız. Büyük olasılıkla karşımızdaki kendine güvensiz, kendisiyle ilgili baş edemediği sorunları olan birisidir. Ancak, aşkla sarmalanmış haldeyken bunları gerçekçi değerlendiremeyebiliriz. Böyle durumlarda bu davranışlar kendimize güvenimizi sarsıcı olabilir. Eğer aşkımız karşımızdakini zorlayıcı olmadan, fiziksel ve duygusal sınırlarını ihlal etmeden ifade etmişsek karşıdan göreceğimiz olumsuz davranışların bize değil o kişiye ait olduğunu anlamalı ve kendi güvenimizin sarsılmasına izin vermemeliyiz.

        Eğer biz aşkımızı karşımızdakinin fiziksel ve duygusal sınırlarını ihlal edecek şekilde ifade etmişsek karşımızdakinden yapıcı tavır beklememeliyiz. O kişi kendini bizim aşkımızdan çok sınırlarını tehdit edişimizden korumaya çalışacaktır. Bir anlamda nefs-i müdafa hali geliştirecektir.
 
Aşık olduğumuz kişi aşkımıza olumlu yanıt verirse ne olur?
 
İlk anda ayaklarımız yerden kesilir, dünyada kendimizden ve o kişiden başka kimse ve/veya bir şey yokmuş gibi yaşar, yaşamın başka boyutlarıyla kısa ya da uzun süreli ilişkimizi kesebiliriz. Ama kısa süre sonra farkında olarak ya da olmayarak başka isteklerimiz ortaya çıkmaya başlar. Dikkat edersek o istekler onunla bir şeyler yapma, bir şeyler üretme ve sonrasında da onun bizi sevmesidir. Çünkü insanoğlunun ilk tanıdığı duygu birisiyle birlikte bir şeyler yapma: işbirliği ve dayanışmadır. Her insan annesinin karnındayken kendini annesiyle birlikte doğuma hazırlar. Hepimizin doğumu annemizle işbirliği halinde gerçekleştirdiğimiz ilk dış dünya eylemidir. Bu nedenle ilk öğrendiğimiz/hissettiğimiz de bu dayanışma ve birlikte bir şeyler yapmaktır. Doğumumuzdan sonra sevgiyle tanışırız. Bizi kabullenici bir ortama doğmuşsak sevildiğimizi duyumsarız. Böylece sevgi, kabul edilmek anlamına gelerek tanıştığımız daha doğrusu hissettiğimiz duygu olarak içimizde yer eder ve böylelikle büyürüz. En temelde kabul edilmeyi yaşamış ve özümsemişsek yaşamın sonraki yıllarında başkaları için de kabul edilebilirliğimize inancımız vardır. Böylece aşık olduğumuz birisi bize aşık değilse bu durumu daha az incinerek kabulleniriz. O kişinin duygularına daha fazla saygı duyarız. Diğer yandan aşkımıza karşılık veren biriyle ise işbirliği/dayanışmanın (ilk tanıdığımız duygu) olduğu bir ilişki geliştirme yönünde değişime başlarız. Birlikte bir şeyler yapma, üretme çabası içine gireriz. İzleyen süreçte ise sevmek (ikinci tanıdığımız duygu) ve sevilmek isteriz. Bu özellikte biriysek ve aşık olmadığımız birisi bize aşık olduğunu söylerse onu kırmamaya, incitmemeye çalışarak ve duygusuna saygı duyarak ona aşık olmadığımızı söyleriz ve davranışlarımız da söylediklerimizle tutarlı olur. Yani bir yandan istemiyorum derken diğer yandan da onun bize yönelik duygularını sürdürecek ikili mesajlar vermeyiz.


          Eğer bunu/kabulü yaşamamışsak başkalarının da bizi kabule değil reddetmeye yönelimli olduğu duyumsamayla büyürüz. Böylece aşık olduğumuz birisi aşkımıza karşılık verirse en temelde kabul edilmeyle ilgili sorunlarımız olduğu için bir türlü karşımızdan emin olamayız, söylediklerine güvenmeyiz. Sürekli duygularını test eder, sınavdan geçirme gereksinimi duyarız. O kişi sürekli duygularını kanıtlamak zorunda hisseder ya da biz öyle hissettiririz. Tam tersi durumlar da yaşanabilir. Bize aşık oldu diye kulu kölesi olacak şekilde bir ilişkiye sürükleriz, sürükleniriz. Yaşayacağımız aşk bize de karşımızdakine de dengede bir ilişki ve mutluluk yaşatmak yerine mutsuzluk yaşatır. Çünkü en derinlerimizde kabule layık olmadığımız, nasıl olsa reddedileceğimiz inancıyla büyümüşüzdür. Nihayetinde de karşılıklı aşkımız hüsranla biter. Aşık olmadığımız birisi bize aşık olduğunu söylerse alay ederiz, aşağılarız, onu kıracak, incitecek şekilde davranırız. Bir anlamda bize aşık olduğu için onu cezalandırırız. Bu durumunun farkında olmayanlarımız sürekli hüsranla biten aşklar yaşayacaktır.

        Bütün bu nedenlerle aşkın fırtınasını beklemeden karşılıklı kabule dayanan ilişki kurmayı öğrenmeliyiz. Yaşama böyle bir ortamda başlamamış olsak da ilerleyen yıllarda kabul edilmeye layık olduğumuzu, yaşamın ilk yıllarında bize yaşatılan reddedilme duygularının bizden değil içine doğduğumuz ortamdan kaynaklandığını fark edebiliriz. Bu durumla baş edecek davranışlar geliştirebiliriz. Karşılıklı kabule dayanan ilişkileri nasıl yaşayacağımızı öğrenebiliriz.
Yaşamımızın her anı yeniden yaratılma potansiyeline sahiptir. Her anımızı önceye ait önyargılarımızdan, geleceğe dair kaygılardan arındırarak yaşamayı öğrenebilirsek aşkımızı da özgürce yaşayabiliriz. Aşk sırtımızda bir yük, yüreğimizde bir girdap olmaktan çıkar yaşamımızın bütününde üretken bir coşku seline dönüşür. Aşkın bu üretkenliği artırıcı özelliği pek çok sanat ürününün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Biz de bunu başarabilirsek ürettiklerimizden içinde bulunduğumuz toplum da, sonraki kuşaklar da yararlanabilir.

          2013 yılı 30- 31 Mayıs- 1 Haziranda Bergama’da gerçekleştirilecek olan Uluslar arası Grup Psikoterapileri Kongresinin teması: AşkKongre boyunca aşk konusu pek çok boyutuyla ele alınacaktır. İlgi duyanları bekleriz.
 
 
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.